Her
fâciayı unutmak mümkün, olup biten bütün bunları unutmak olabilir.
Ama
İslâmın başına geleni avutacak ne bir neşe olabilir, ne unutturacak bir korku.
Endülüse
öyle bir felâket çöktü ki, yok bir eşi.
Dehşetinden
Medine’de Uhud, Neciddeki Şehlan dağları yerinden oynadı, bir deprem ki yer
yarıldı arz boyu.
Ah!
Yarımadada İslâma göz değdi. Yağdı belâ yağmur gibi.
Şimdi o
canım Endülüs şehirlerinde, İslâmın ne namı var ne nişanı; sanki hiç olmamıştı,
sanki baştanberi hiç yoktu.
.
.
.
Ve siz
ey yarış yerlerinde şahin gibi uçan.
Yay
gibi gergin arap atlarının üstüne kurulu Süvariler!
Ve siz
savaşın karanlığı toz dumanı içinde
Pırıl
pırıl kılıçlarını savuran kahramanlar ordusu!
.
.
.
Sen de
şahit olsaydın benim gibi onların
Yurtlarından
koparılıp satılışlarına pazarda, ey Tanrı kulu.
O
hıçkırıklar senin de aklını koymazdı yerinde benim gibi.
Canı
vücuttan çeker gibi ayırdılar anadan yavrusunu
Ya o
kızlar ki, yakuttan ve mercandan dökülmüşlerdi sanki.
Ve
sabah bir dağ ucundan yeni çıkan bir güneşin masumluğu
İçindeki
o Meryem yüzlü kızları da saçlarından sürükleyip götürdüler.
Kirli
yataklarına. Haykırışları yırttı gökleri. Yürekleri parça parça,
Daha ne
anlatayım, yüreklerin erimesi için bir tanesi yeter anlattıklarımın
Eğer o yüreklerde İslâmdan ve imandan bir eser varsa elbet ey Tanrı dostu!
Ebul Beka Salih Bin Şerif